parallax background

Dedemin Hayalet Arkadaşı

Ben ve Haluk göz ucuyla Hasan arkadaşımıza baktık. Korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu ama ayaklarının titremesi onu ele veriyordu. Bize de bir şey soramadı. Bize biraz daha sokuldu. Köyün girişinde ki çeşmeye gelmiştik. Susadığımı söyleyerek çeşmeye yanaştım.

 

Ö mer’in kulakları öğretmeninin söylediklerini kaçırmamaya çalışıyordu. Bir yandan söylenenleri dinliyor bir yandan da notlarını alıyordu. Son ders zilinin çalmasıyla bütün sınıf evlerine gitmek için hazırlandı. Ebru, arkadaşı Ömer’in yanına usulca yaklaştı.

-Kimin anılarını yazacaksın?

Ömer, çantasını sırtına alıp sınıfın kapısına kadar Ebru ile yürüdü. Öğretmenleri “Herkes ailesinden birinin bir anısını yazsın. Yarın sınıfta okutacağım.” diye ödevi verince Ömer’in ilk aklına gelen dedesi oldu.

Ömer, Ebru’nun sorduğu soruya sınıfın kapısından çıkarken cevap verdi.

-Tabiî ki dedemin anılarından yazacağım. Dedem anı defteri gibidir. Ne ararsan var.

Ebru, Ömer’in verdiği cevap karşısında gülümsedi. Ömer’in böyle bir cevap vereceğini tahmin etmişti. Ömer’den dedesi ile ilgili hemen her gün bir şeyler dinlerdi. Okulun bahçe kapısından çıkan iki arkadaş evlerine gitmek için ayrıldılar.

Ömer eve gelir gelmez hemen dedesinin odasına koştu. Bir elinde defter, bir elinde kalem nefes nefese odaya girdi. Ömer’in heyecanını fark eden dedesi,

-Hayırdır kuzum! Ne bu telaş? diye sordu.

Ömer, dedesinin kendisine “kuzum” demesine bayılırdı. Bazen birkaç defa dedirttiği bile olurdu.

Ömer, elinde tuttuğu kalem ve defteri dedesine göstererek öğretmenlerinin ödev verdiğini söyledi. Dedesi, Ömer’i yanına oturttu. Çenesinden aşağıya doğru süzülen aksakalını elleriyle sıvazladı. Oda bir anda sessizleşti. Ömer bu sessizliğin anlamını biliyordu. Dedesi yine çok eskilere gitmişti. Sessizliğin süresine göre ne kadar eskiye gittiğini, artık Ömer’de tahmin edebiliyordu. Sessizlik her zamankinden daha uzun sürdü. Ömer daha önce hiç bu kadar beklememişti. İçinden “Dedem herhalde çocukluğuna kadar gitti.” diye geçirdi.

-Çocuktum. Ekinleri biçiyorduk. Hava çok sıcaktı.

Dedesi anlatmaya başladı. Ömer de, dedesinin dudaklarının arasından dökülen kelimeleri yazmaya.

Ömer yanılmamıştı. Dedesi çocukluğuna kadar gitmiş, çocukluğunda yaşadığı bir anıyı anlatmaya başlamıştı. Ömer’in dedesi konuşmasını sürdürdü. Ömer de dedesinin söylediklerini kaçırmamak için onu dikkatlice dinlemeye başladı. Dinlediklerini de satır satır defterine yazdı.

Yorulduğumu ve sıcaktan bunaldığımı gören babam arkadaşlarımla oynayabileceğimi söyledi. Babamın izin vermesinden sonra hemen arkadaşlarımın yanına koştum. Tarlalarında çalışan Hasan, Erol ve Haluk arkadaşlarımı teker teker çağırdım. Ne yapalım diye düşünürken en iyi fikrin yüzmek olduğuna karar verdik. Zaten bu sıcaklarda da fazla yapılacak bir şeyimiz yoktu. Yüzmek için köyümüzün çayının oluşturduğu küçük göle doğru yürüdük. Biraz uzaktı ama kimse bu uzaklığı umursamıyordu.

Dört arkadaş gölü görür görmez üstümüzdeki elbiseleri çıkarıp kendimizi gölün serin sularına bıraktık.

Gölü çevreleyen kayalardan kendimizi suya bırakmak yüzmenin en eğlenceli kısmıydı. Çok eğleniyorduk ama eğlencenin de bir sonu vardı. Bizim içinde eğlencenin sonu havanın kararmasıydı. Sudan çıkıp dinlenmek için oturduk. Hasan üstünü giyinmek üzere bizden biraz uzaklaştı. Erol ve Haluk, bana doğru yaklaştı.

-Temel! Hasan’a şaka yapalım mı? diye bana sordular. Ben de kabul ettim. Ne yapacağımızı kararlaştırdık. Hasan üstünü değiştirdikten sonra yanımıza geldi. Erol arkadaşımız,

-Arkadaşlar ben sizden ayrılmak zorundayım. Şimdi hatırladım. Akşam bize misafir gelecekti, der demez koşarak bizden uzaklaştı.

Ben, Hasan ve Haluk kalmıştık. Hasan, Erol’un ayrılmasından şüphelenmedi. Planımız işlemeye başlamıştı. Tarlaların arasından, ay ışığının aydınlattığı yoldan köye doğru yürümeye başladık.

Arkadaşım Haluk bana dönüp konuşmaya başladı.

-Temel! Durmuş dayının başına gelenleri duydun değil mi?

Haluk’un sorduğu soruya şaşırmış gibi yapıp,

-Ne olmuş? Başına ne gelmiş? Duymadım, diye cevap verdim.

Hasan da konuşulanlar karşısında oldukça meraklanmıştı. Konuşmalarımızı şaşkınlıkla takip ediyordu. Haluk konuşmaya devam etti.

-Nasıl duymazsın? Bütün köy Durmuş dayının başına gelenleri konuşuyor. Dün geçe köyün girişinde bir hayalet görmüş. Durmuş dayının yalan söylemeyeceğini herkes bilir.

Ben ve Haluk göz ucuyla Hasan arkadaşımıza baktık. Korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu ama ayaklarının titremesi onu ele veriyordu. Bize de bir şey soramadı. Bize biraz daha sokuldu. Köyün girişinde ki çeşmeye gelmiştik. Susadığımı söyleyerek çeşmeye yanaştım. Su içmeye başladım. Ardımdan Haluk geldi. O da suyunu içti. Bizden cesaret alan Hasan geldi. O da suyunu içer içmez çeşmenin arkasından hayalet kılığına bürünmüş Erol bağırarak çıktı. Bunu gören Hasan arkasına bakmadan çığlık çığlığa evine doğru kaçmaya başladı. Üç arkadaş kendimizi yerden yere attık. Gülmekten karınlarımız ağrıdı.

Ömer, dayanamayarak söze girdi.

-Dedeciğim bence hiç komik değil. Hasan arkadaşın yerinde olmak istemezdim.

Dedesi, Ömer’in başını okşayarak konuşmasına devam etti.

Hasan’a yaptığımız şakanın komik olmadığını geç de olsa anladık. Hasan’ın korkudan dili tutuldu. Bir hafta kekeleyip durdu. Şaka yaptığımızı zor da olsa inandırdık.

Bu anının en komik yanı ise, Erol’un, hayalet kılığına girdiği çarşafı kesip çarşafa iki göz açması oldu. Annesi, çarşafa zarar verdi diye Erol’u, elindeki süpürgeyle köyün içinde kovaladı.

Ömer’in dedesi konuşmasını bitirdi. Ömer, kalemini defterinin arasına yerleştirdi. Dedesinin anlattığı anıyı ve dedesinin arkadaşı Hasan’ı düşündü. Haline üzüldü. Erol’un başına gelenlere ise gülmeden edemedi. Dedesinin de aynı duyguları yaşadığına emindi. Dedesi yine aksakalını sıvazlayarak uzaklara daldı gitti. Kim bilir aklında hangi anılar canlandı?