K
arlar erimeye başladı. Eriyen karların altından tabiatın yeşil örtüsü yüzünü gösterdi. Kar suları şırıl şırıl akan dereye karıştı. Dere aldığı destekle bir başka coştu. Derenin kenarında dizi dizi ağaçlar, ağaçların üzerinde yerini alan kuşlar. Derenin şırıl şırıl akan suyunun toplandığı göl ise ayrı bir güzel. Etrafı kayalık. Kayaların üzerinde bütün haşmetiyle duran ağaçlar. Aldığı emirle ince, nazik kökleriyle kayaları delerek sanki güç gösterisinde bulunuyorlar.
Sert geçen kışın ardından nihayet güneş kendini hissettirdi. Güneşin sıcak yüzü canlı cansız ne varsa uyandırmaya başladı. Bu uyanış kasabanın en uzak köylerinden birinde gerçekleşiyordu. Kasabalı, köyde gerçekleşen bu uyanıştan habersizdi. Onlar, köyde kimsenin yaşamadığını zannediyorlardı. Ama kasabalı yanılıyordu. Köyün uyanışına tanıklık eden biri vardı. Karların erimesini en çok o arzu ediyordu. Karların erimesi belki de en çok onu mutlu etmişti.
Güneş gökyüzünde yol aldı. En yüksek noktasına ulaştı. Köyün uyanışına tanıklık eden Ahmet sevinçle babasına sordu:
-Ne zaman gelirler? Karlar erimeye başladı.
Ahmet sorduğu sorunun cevabını beklemeden köyün çamurlu yollarında koşmaya başladı. Eski, yıkılmaya yüz tutmuş köy evlerinin arasından geçti. Ayakkabısının çamurlara saplanmasına aldırış etmedi. Köyün son evini de geçtikten sonra kasabaya bakan yolda durdu. Kasaba yoluna uzun uzun baktı. Ne gelen oldu, ne de giden. Umutsuzca başını öne eğdi.
-Bugün de gelmeyecekler Garip!
Garip, Ahmet’in üzüldüğünü ses tonundan anlamıştı. Üzgün duran Ahmet’e baktı. Her gün aynı olayın yaşanmasına alışmıştı. Garip, Ahmet’in köydeki tek dostuydu. Garip, bir kangal köpeğiydi. İri cüsseliydi. Büyük bir kafası, kalın çenesi sivri ve güçlü dişleri vardı. Gözleri ise siyahtı. Ahmet, konuştuğu zaman siyah gözleriyle takip ederdi. Garip’in gözleri siyahtı. Tüyleri ise kahverengi. Garip’in kafasının üstünde bulunan el kadar siyah bir leke vardı. Ahmet, lekeye elini koyup gezdirmekle Garip’i sevdiğini gösterirdi. Garip’te bu dokunuş karşısında başını öne eğer, etrafında döner ve böylece sevgisini gösterirdi.
Ahmet ile Garip geçtikleri yollardan geri döndüler. Eve dönüşleri yavaş olmuştu. Evin önünde Ahmet’i babası karşıladı. O da üzülmüştü.
-Merak etme! Gelecekler. Hele bir karneler verilsin.
Her sene Ahmet babasından aynı cümleleri duyardı. Ama babası haklıydı. Köyün, kasabada yaşayan çocukları karnelerini alınca gelirlerdi. Karne almaya da daha zaman vardı.
Ahmet ailesi ile birlikte köylünün hayvanlarına bakardı. Bütün kış köyde Ahmet ve ailesi yalnız kalırlardı. Kasabalı, karlar eridikten sonra köye gelir tüm yazı Ahmet’in yaşadığı köyde geçirirdi. Ahmet de o zaman kendine oynayacak arkadaş bulurdu.
Ahmet’in babası hayvanları çıkarmak için ahırın içine girdi. Ahmet ile Garip ahırın çıkış kapısındaki yerlerini aldılar. Kapının bir tarafını Ahmet diğer tarafını da Garip tutmuştu. Ahırdan çıkan hayvanlar doğruca yayılacakları yere gideceklerdi. Garip, ahırdan çıkan inek ve koyunların peşinden koşmaya başladı. Ahmet de eline aldığı bir değnekle onları takip etti.
-Oğlum! Sen hayvanları otlağa götür. İşlerimi bitirir bitirmez ben de geleceğim.
Ahmet, arkasına bakmadan hayvanların peşinden koştu. Köyden hayvanları çıkarmak üzereyken, babasının seslenerek kendisine doğru geldiğini gördü. Olduğu yerde durakladı. Babası ile burun buruna geldiler.
-Bunu unutmuşsun.
Ahmet, babasının uzattığı kavalı aldı. Sıkıca kavradı. Tekrar hayvanların peşinden koşmaya başladı. Ahmet’in babası kavalı verdikten sonra eve döndü.
Annesi, babasını görünce,
-Bey! Bu sene çocuk okula başlayacak. Artık köyden gitme vaktimiz geldi. Kasabalı, hayvanlarına bakacak başka birilerini bulsun, dedi.
Babası da aynı şeyleri düşünüyordu. Sadece “Haklısın!” anlamında kafasını salladı. O da Ahmet’in okul çağının geldiğinin farkındaydı. Kasabalı ile konuşmayı düşünüyordu. Düşünceli düşünceli işlerini yapmaya başladı.
Ahmet, kasabalının hayvanlarını otlağa ulaştırdı. Garip, hayvanlar dağılıp uzaklaşmasın diye oradan oraya koşuyordu. Bazen de Ahmet’in yanına gelip kendini sevdiriyordu. Ahmet, hayvanları otlamaları için serbest bıraktı. İnekler ve koyunlar buldukları taze otları iştahla yemeye başladılar. Ahmet de her şeyin yolunda olduğunu görünce çınar ağacının altındaki yerini aldı. Burası, Ahmet’in en sevdiği yerdi. Ahmet, koca çınar ağacına sırtını dayar, ayaklarını uzatırdı. Ahmet’in oturduğunu gören Garip’te koşarak yanına gelirdi. Yanına uzanır, Ahmet’in sıkıca kavradığı kavalı dudaklarına götürmesini beklerdi.
Ahmet, kavalı dudaklarına götürdüğü zaman herkes susardı. Otlayan hayvanlar bile otları sessizce çiğnemeye çalışırlardı. Kuşlar çınar ağacının dallarında toplanır sessizce Ahmet’i dinlerlerdi. Ahmet, kaval çalmayı kendi kendine öğrenmişti. Kaval çalarken kendini kaybederdi. Gözü hiçbir şeyi görmez, kulakları ise kavaldan çıkan notaları takip ederdi. Sesler o kadar güzel çıkardı ki dinleyenler adeta kendilerinden geçerlerdi. Kavalın sesi tabiatın sesiyle tam bir uyum içerisinde olurdu.
Kasabanın en uzak köyünde çalınan kavalın sesi, canlı cansız herkesi büyülemeye yeterdi. Kavalın sesi bu kez çok uzun çıktı. Ahmet, kavalı dudaklarından bırakmıyordu. Bu zamana kadar öğrendiği bütün parçaları çaldı. Dinleyenlere tam bir müzik ziyafeti yaşattı. Son parçasının son notaları kavalının deliklerinden çıkarken Ahmet uyuyakaldı. Gözlerini açtığında ise kendini yatağında buldu.
İşlerini bitirip gelen babası Ahmet’in uyuduğunu görünce uyandırmaya kıyamadı. Kucağına alıp eve getirip yatağına yatırdı. Ahmet yatağında uyurken bile kavalını ellerinden bırakmamıştı. Sesleri hala bir ninni gibi kulaklarındaydı.
Karneler verileli birkaç gün oldu. Ahmet her zaman ki gibi köyün kasabaya bakan yoluna doğru koşmaya başladı. Köye ilk gelen arabayı köy yolunda karşıladı. Ahmet sevinçten uçuyordu. Arkadaşları gelmişti. Onlarla çok güzel oyunlar oynayacaktı. Aradan birkaç gün geçti. Köy insanlarla doldu. Ahmet’in birçok arkadaşı oldu.
-Bize biraz kaval çalar mısın?
Ahmet, arkadaşlarının isteğini kırmadı. İnsansız köyün kavalcısı arkadaşlarına kaval çalmaya başladı. Arkadaşları kavaldan çıkan güzel sesleri dinlemeye başladılar. Ama Ahmet’i arkadaşlarından başka hiç kimse dinlemedi. Ne otlattığı hayvanlar, ne de çınar ağacının üstündeki kuşlar. Hatta Garip bile dinlemedi. Çalan kavaldan Ahmet’in arkadaşlarından başka hiç kimse etkilenmedi. Arkadaşları, kavaldan çıkan seslerin tabiatla uyumlu olmadığını fark edemediler.
Yaz boyunca Ahmet arkadaşlarıyla çok güzel vakit geçirdi. Onlara her gün başka kimsenin dinlemediği kavalını çaldı. Yaz sonu hava soğumaya başladı. Ahmet, arkadaşlarından ayrılacağı için üzülüyordu. Ahmet’in üzgün halini gören annesi,
-Üzülme! Kasabalı hayvanlara bakacak başka birini buldu. Biz de kasabaya taşınıyoruz, dedi.
Ahmet sevinçten havalara uçtu. Çocukluğunun geçtiği yerlerde bir o yana bir bu yana koştu. Ahmet’in sevincine ne Garip ortak oldu ne de diğer canlılar. Hepsi de üzülmüşlerdi. En çok da bir daha duyamayacakları kaval sesine.